Bir yabancı gözüyle Ayder

Sabahın erken saatleriydi yola çıktığımızda, güneş var ama soğukta var tabi.kış mevsimi, hava erken  kararıyor, hedefimizde Rize’nin Ayder yaylası var, niyetimiz oraya çıkmak ve tabi hem doğa ile iç içe olmak ve bir de kaplıcaya girmek. Bölgeye kar erken yağmıştı biliyorduk bunu soğuktan da anlayabiliyorduk ama anlamak yetmiyormuş meğer!.Fazla sürat yapmadan gidiyoruz gerçi ama yanımdaki yabancı, sanki trafik eğitmeni. Biraz kırık Türkçesi ile anlayabildiğim tepkiler veriyor, iyi de oluyor bu tepkileri gerçi bir Pazar sabahında yollarda trafik denetimi olabileceğini düşünmüyordum  ama yok kısa aralıklarla sıkça radar ve  polis kontrollerine tanık oluyoruz. Yolda bizi vızır vızır geçen araçların polis kontrollerinde durdurulduğunu görüp, daha da dikkatli yol alıyoruz.

 

Yanımdaki yabancı dediğim yine Karadenizli birisi ama biraz bize göre daha da doğuda kalan başka bir ülkenin vatandaşı. Rusya Federasyonu’nun tıpkı Çeçenistan gibi bağımsızlık verdiği Abhazya Cumhuriyeti’nden. Altı dil biliyor misafirim, bu dillerden biri de Türkçe. Tamı tamına her şeyi konuşamayabilse de yüzde doksan anlaşılabiliyoruz. Mesela o trafik polislerinin kontrollerinde, “polize” diyor, veya ekmeğe “akmak” diyor, veya ezan okunurken Türkiye’de “Ellahu ekber” deniyor olmasına kızıyor ve “Allahu akbar” denmesi gerektiğini söylüyor.

Bir yabancının gözü ile Ayder’i görmek istiyorum aslında, bu nedenle de sık sık turizmden söz ediyoruz. Benim bir şeyler anlatmama gerek kalmıyor, evet doğamızla manzaramızla etkiliyoruz ama o sürekli kendi ülkesi ile kıyaslıyor gördüğü manzaraları, “aynı, biz de de var, bizde bol su var, çok ucuz” diyor akan dereleri için. Ardından Pitsunda-Mısra ve Rıtsa tatlı su gölleri  ile Kafkas Dağlarının Dombai (ülgen) en yüksek tepesinin kendi ülkelerinde olduğundan sıklıkla söz ediyor. Rize’de orta caminin hemen arkasındaki kadınlar pazarına uğruyoruz, Ziraat’te bir demlik çay içtikten sonra. Orada da Trabzon hurması, mandalina, kivi, elma, armut satan köylü kadınlardan alışveriş yapıyoruz. Onlar için de, “bizde var hepsinden,ucuz ucuz” diyor. Bizim pazarı pahalı buluyor, bunu da sık sık “Türkiye, pahalı” demesinden çıkarıyorum.

 

Gözleri yollardaki levhalardan ayrılmıyor, trafik işaretleri konusunda çok hassas, yol şeritlerinde ve seyirde trafik kurallarına riayet edilmesine dikkat çektikçe artık dayanamıyorum ve çekiyorum arabayı yolun sağına, iniyorum araçtan, “sen geç bakalım direksiyona” diyorum.  Rize’den aldığımız elmalardan yiyip, seyehatın keyfini çıkarmaya çalışıyorum bir yandan da fotoğraf çekiyorum yol boyunca. Ardeşen’den sapıyoruz  Çamlıhemşin yoluna. Bizim yabancı hala susmuyor ama yolda yine trafik akışında birbirleri ile kapışan araç sürücüleri için, “deli deli bunlar, heyvan” diyor arasıra, ben dikkat kesiliyorum o söylendikçe, makas atan sürücülere kızıyor. “bu yolda olmaz” diyor ve  bunların kendi ülkesinde  bir çok ülkede cezalandırıldığını söylüyor.

Henüz öğlen olmamış ama Çamlıhemşin’den Ayder yoluna girince yollardaki kırağı ve buzlanma ile karşılaşıyoruz. Mikron köprüsünde fotoğraf çekmek için duruyoruz, tam o sırada birisi elindeki olta ile derede kırmızı benekli alabalık tutmaya çalışıyor, dereyi yokluyor. Bir tane balık aldığını görüyoruz, onu da bize ikram edip, gidiyor balıkçı. Mikron köprüsü, araçlar için değil de yaya ulaşımı için yapılmışa benziyor, çünkü karşı tarafından patika yoldan başka bir yol bulunmuyor. Yola devam ediyoruz, yol kısmen  oğuz kalmış yerlerde yer yer buzlu ve tehlikeli olabiliyor. Hele bölgeye gelen yabancılar için oldukça kaygı verici olabiliyor. Ayder’e  yaklaştıkça  artık kar ve buzlanma iyice belli ediyor kendini, sık sık vites değişen yabancının yüzüne bakıyorum, oradan da yolun tehlikeli olduğunu anlıyorum zaten. Tam Ayder’e varacağız derken kar yolları çevrelemiş, yolda bir araç kalmış ve karşıdan da bir araç geliyor derken bizde kalıyoruz orada.

Zincirli araçlar bile yolda zorlanıyor düşünün artık. Bizim yabancı iniyor araçtan, yola bakıyor birkaç manevra ama olmuyor.  Lastiklere bakıyor, yola bakıyor ardından bana, “senin lastikler berbat, olmaz, zor böyle” diyor. Ardından da bana, aracın önüne oturmamı söylüyor, oturuyorum ama yine olmuyor. Birkaç kez geri geliyor, tekrar deniyor ama nafile. Bu sırada da o yolda önümüzde kalan aracın sahibine kızıyor, söylenmelerinden onu anlıyorum. O yolda durmasaymış, biz hızımızı kesmeseymişiz çıkardık yoldan diye anlıyorum. Biraz da hak veriyorum gerçi. lastiklerin havasını indirmek istiyor, Tekrar araçtan iniyor, lastiklerin havalarını yarıya kadar indiriyor ve ikinci viteste birkaç manevradan sonra çıkıyoruz Ayder’e. Üşümüş, sık sık “nerde sıcak su var” diye soruyor. Ama Ayder’in düzünü görmeden hemen kaplıca olmazdı, Kaplıcanın  üzerinden aracı park edip, yaya olarak çıkıyoruz o şenliklerin yapıldığı yere. Önceki yıllara oranla Ayder’i çok sessiz ve de ıssız görüyorum. Evet kar var, buz var, soğuk var ama daha öncede kar olduğu zamanlarda bir çok tesis açık olurdu ama bu kez öyle değil, açık olan tesislerde de sitem var.

Bir öğrenci grubu  camında “Orijinal Ayder muhlaması yediniz mi?” yazan yerde sobanın başında ısınırken, işletme sahibi ile pazarlık yapıyor. Kulak misafiri oluyorum, kız diyor ki adama, “bu kadar pahalı olurmu amıca, biz öğrenciyiz bize indirim yap, sürümden kazanırsın, bak biz çok kişi geldik” diyor ama adam, “kizim doğri diyorsunde bak bu karda buzde benden başka kaç kişi tikkanini açmiş buyle” diye karşılık veriyor, yan tarafta bir öğrenci o yazıdaki muhlamadan yiyor, bir yandan da telefonda ondan söz ediyor. Bizde orijinal bir Ayder muhlaması tadalım diyoruz iki çay bir muhlamaya 18 lira veriyoruz. Oradan çıkıp biraz daha yukarılara çıkalım diyoruz. Ayder’in manzarasıyla ünlü yamaç evlerinin önünde ateş yakıp ısınan vatandaşlarla, yol boyunda karı küreyerek mangalına yer açmış, 07 plakalı araçla Ayder’e çıkmış turistleri mangal yaparken görüyoruz. Ayrıca 35, 48,55,03,06, 34, 25, 61 plakalı araçlarla karşılaşıyoruz.  Bizim yabancı ,” derece, derece” diyip, ellerini ovuşturuyor, çok soğuk demek istediğini anlıyorum ve zaten “sıcak su nerde var” diyor, bunu birkaç kez tekrarlıyor. Daha fazla üşümeden giriyoruz kaplıcaya. Öğrenci grupları dışında turist pek seyrek, Ayder’in  bu sessizliğe bürünmesi, biraz da daha önceki yıllarda burada heliski turizminin şimdi yapılamıyor olmasındandı. Avrupa’daki ekonomik kriz ve heliksi turizminde de  Helikopter kiralama ve uçuş kurallarındaki belirsizlik nedeniyle bu spora ara verilmiş olmasının rolü görülüyor.yazık.

Dışarıda havanın kar ve buzlu olması kaplıcanın içine de yansıyor. Büyük havuzdaki buhardan göz gözü görmüyor nerdeyse, bizim yabancı bu durumu beğenmiyor. Rusya’da veya kendi ülkelerindeki bu tür doğal sıcak suya sahip kaplıcaların çevreyi görecek şekilde cam içinde olduğunu, hem kaplıcaya girerken ve hem de aynı zamanda insanın manzara seyrettiğini, oysa Türkiye’deki bu kaplıca anlayışının tıpkı Türk hamamı mantığına dayalı yapılıyor olmasının altını çiziyor. “Ama böyle kimse gelmez ki, cam içinde olsa o zaman güzel” diy…..…….yazının devamı için tıklayın

Yorum bırakın