Gürcüler, Kemalpaşa’ya renk katıyor

Yağmur yağınca ilk akla gelen Karadeniz sahil yolu oluyor. Öyle ya sahil yoluna dikey olarak inen ırmaklar, dereler, çaylar, burada taşkınlara ve sel basmalarına sebep oluyor. Hem bunları gözlemlemek ve hem de Gürcistan’dan gelen üreticilerin (!) vatandaşların, Kemalpaşa da kurdukları pazarı görmek için yola koyuldum.
 
Size abartılı gelebilir belki ama yağışların şiddetli olduğu zamanlarda sahil yolu adeta göl oluyor ve araçlar, yolda gitmekte zorlanıyor. Yol mühendisleri, işi belki de aceleye getirince yolda olması gereken eğimleri veya su akarlarını pek dikkate alamamış olmalı ki, yoldaki su birikintileri böylesine oluşabilsin. Belki de Karadeniz bölgesinin Türkiye’nin en fazla yağış alan bölge olduğu gerçeğini o mühendislere okutmamışlar(!) başka nasıl izah edilebilir ki bu durum?
Bir bakıyorsunuz bir yerde yağmur, biraz daha ilerleyince güneşi görüyorsunuz. Hani “kısmen” denilir ya ö türden, demek ki sarp bölgesinde hava açık olacak. İki yüz kilometrelik bir yol bugün gittiğim. Rize- Gündoğdu arasında sahil yolundan eski yola geçiyorsunuz, burası uzun zamandır böyle. Bir de Hopa geçişinde kavşak yapımı nedeniyle inşaat sahası var Sonrasında yol sizin ta Sarp’a kadar. Derken bir kamyon var yolun hemen sağ tarafına park etmiş, kasasını da açmış, üzerinde bir afiş. Afişi okuyunca anlıyorsunuz kamyonun park nedenini. “nakit paraya çay alınır, 0,675 krş. Okumuş çay”. Yan tarafta bir kantar ve iki görevli, yan tarafa bakıyorum ki çay bahçesinde bu yıl her yerde olmayan ama sıcak yerlerdeki bahçelerde dördüncü sürüm çayını toplayan müstahsiller, yani çay üreticileri. 
 
Hani dedim ya iki görevli diye, meğer onlar orada çay toplayan vatandaşları görmüş ve öylece park etmişler yol kenarına. Vatandaş,  Çaykur’un  çay alım sezonunu kapatmasından dolayı topladığı çayı peşin paraya kapısının önüne kadar gelmiş bu özel sektör çay fabrikasına verecek. Oradaki görevliler, kapı kapı gezip vatandaşların varsa çayını peşin paraya aldıklarını, çay alabilmek içinde böyle sürekli seyyahlar gibi  dolaştıklarını söylüyorlar. Tabi, bu yıl Eylül ayında kar yağdı, havalar soğudu, dağlar hep kar ama sahil kesimlerinde dördüncü sürgün çaydan nasiplenenlerde oluyor. Bu yıl dördüncü sürgün döneminde çay verebilenler de çok değil, belki biraz daha şanslı çay üreticileri. Düşünsenize aynı çay bahçesinden Mayıs, Haziran, Ağustos ve Ekim ayında da dördüncü kez çay topluyorlar. Aynı bahçe, dört kez ürün veriyor, tabi verim Mayıs ayına göre düşüyor ama olsun.
 
Oradan ayrılıyorum ve Ardeşen’i geçtikten sonra Işıklı’yı da geçince hemen yolun sağında bir güzel şelalesi olan balık lokantasında alıyorum soluğu. Denizden yeni gelmiş ve ayıklanmakta olan sargan balığını öneriyorlar. Mısır ekmeği ile o ufak  şelalenin hışıltısıyla yiyorum Sargan balığını. Üzerine iki demli çay ve yola koyuluyorum tekrar. Ardeşen’de  Fırtına deresi var, Atmaca sevdalıları var ama  onların her bireri ayrı birer yazı konusu. Hem insan var ki onun atmacası, senin en yakın bir arkadaşına bedeldir kişilerde, o bir tutku, bir sevda. Öyle uzaktan veya kıyısından köşesinden girilip hemen yazılabilecek kadar basit bir olay değil kısaca. 
Yol boyunca kivilikler görüyorum, şimdi hasat zamanı tam. Dallar yıkılıyor (Bu yıkılma bolluk anlamında) Kivi bahçeleri, genellikle işi bilenlerce yapılmış, çaybahçelerinin bir köşesine. Görüntüsü de güzel tabi salkım salkım sallardan asılan kivilerin.biraz daha ilerliyorum, yol kenarında bir balıkçı. Palamut,İstavrit , Mezgit ve Barbon var tezgahında. “3 Palamut 10 tl” diyor. İstavrit 5, Barbon 12, Mezgit balığının da kilosunu 7 liradan satıyor. Denizden yeni çıkmış bu balıkçı tezgahını elbette boş geçmiyorum. Oldum olası bu tarz satıcılara çok itibar etmişimdir, İzmir’den İstanbul’a giderken ,  Kütahya yolu üzerinde vardı köylüler, bahçelerinde ne varsa birer ufak sepete koymuş, yol kenarında satıyorlardı. Sırf, bu satışlara devam etsin ve “emeğimiz boşa gitti” demesinler diye aldığım meyveleri, yol   boyunca  rastladığım herhangi birilerine dağıttığımda ne mutlu olmuşumdur.
 
Fındıklı ve Arhavi’yi geçip Hopa’ya oradan da Kemalpaşa’ya geçiyorum. Kemalpaşa 4 bin 519  nüfusa sahip en doğudaki beldemiz. Yani  Artvin’in Hopa ilçesine bağlı bir belde ama Gürcistan ile vizesiz geçişler nedeniyle biraz hareketlenmiş. Gürcistan’dan gelen Gürcü köylüler, aslında bizde de olan çoğu meyveyi getirmiş kendilerince yol kenarına dizilmiş ve bir Pazar oluşturmuşlar. Trabzon hurmasını 4, kokulu üzümü 3, kestaneyi 4 , mandalinayı 1,5 liraya veriyorlar. Ellerindeki kantar ile oracıkta tartıp, size satışı yapıyorlar. Gürcülerin içinde Türkçe bilenler bilmeyenlere yardımcı oluyor ve anlaşmakta zorluk çekmiyorsunuz. Hatta kestane balı, çiçek balı veya taze fasulye, salatalık, domates bile getirip satıyorlar. Belde sakinleri ile aralarında bir hoşgörü var ve zaten kaynaşmış da sayılırlar.
Beldede ana cadde üzerinde yeni dükkanlar açılmış ve haftanın iki günü artık İstanbul’un Lalelisini andıran manzara burada oluşuyor. Haftada iki gün, özellikle Gürcistan’dan gelen komşu ülkenin insanları, Kemalpaşa’ya bir hareket getiriyor. Bu durumda belde insanlarına genel anlamda moral kazandırıyor. Böylece ülkemizin en doğusundaki sessiz sedasız insanların beldesi Kemalpaşa, Gürcüler sayesinde hareketli günler yaşıyor. Tabi Pazar nedeniyle sadece Gürcüler değil çevre il ve ilçelerden de gelenler, ..…………yazının devamı için tıklayın

Yorum bırakın