Geleneklere değil sevgiye odaklandık!

“Bir insanı kırk kişi sever bir kişi alır” diye bir söz vardır hani, “Her seven sevilenin boy aynasıdır. Sevmek sevilenin o aynaya bakmasıdır” der ya  Özdemir Asaf, Gelenek ve göreneklere sanki saygısızlık etmişcesine bir eyleme, bir düğüne adım atıyoruz. Aynı ülkenin insanı ama farklı yörelerin çocuklarının birbirlerini “sevmiş” olmalarına saygımız adına, Geleneklere değil de sevgiye odaklanarak Trabzon’un kızını, Kırşehir’in delikanlısına verdik. Onun hikayesini paylaşayım istedim.
Evlilik, öyle çok basit ve hemen hoppala sıya yapılacak bir olay değil elbette.özellikle yaş, sosyal ve ekonomik denklikler gözetilir. Kız ve erkeğin seçiminde soy ve sülalenin araştırılmasına özen gösterilir. “Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al” , “Kız anadan öğrenir bohça düzmeyi, oğul babadan öğrenir sohbet gezmeyi” sözleri bunun belirtisidir dense de mesela ben bir büyüğümden duymuştum, “kız istersen eğer, o evde ilk önce canlı çiçeklere bak, bakımlı ve diri iseler, çekinme o evin kızını iste” diye. oğlum için kız  istemeye  gidersem (tabi oğlum bana bu işi bırakırsa) o evdeki canlı çiçeklere bakacağım, eğer çiçekler bakımlı ise, sararmamış, solmamış ve çiçeği mutlu görürsem kız ailesi hakkındaki kanaatim olumlu olur. Onun için başkalarına sorma veya araştırma gereği bile duymam!
Vikipedi’deki ifadesiyle Gelenek , “bir toplumda, bir toplulukta çok eskilerden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar.
Gelenek kavramına sosyal bilimlerin farklı alt disiplinlerinin yaklaşımları ile geleneksel toplumların yükledikleri anlamlar arasında hem benzerlikler hem de farklılıklar bulunur. Sosyal bilimler geleneğe toplumların yaşadıkları coğrafya, iklim vb. gibi dışsal koşullara uyum sağlamak amacıyla türetilmiş, beşeri kaynaklı “inşa”lar, “icat”lar olarak bakarken geleneksel toplumlar kendi geleneklerinin kaynağını “mit”sel atalar, kahramanlar ve Tanrı gibi kutsal da görürler. Sosyal bilimlerde daha fenomenolojik bir yaklaşımla gelenekleri salt işlevsel özellikleri yönüyle görüp kökenlerini bu işleve bağlayan açıklamaların yanı sıra, gelenekleri belirli bir anlam bütünlüğünü yansıtan fenomenler olarak değerlendiren yazarlar da vardır. Her ne kadar bu yazarlar da geleneğin kaynağını kutsalda görmemekteyseler de onun sadece işlevsel boyutuna indirgenemeyeceğini iddia etmişlerdir. (bkz. Claude Levi Strauss)Özellikle Avrupa’da aydınlanma çağı sonunda gelişen Tarih anlayışı ve Tarihselcilik perspektifi geçmişe ilişkin (ve günümüzdeki de) her düşünce, anlayış (konsept) ve tavrın kaynağını dönemin diğer olgularının bütünselliği içinde aramak yönünde bir eğilimin gelişmesine yol açmıştır. Aydınlanmanın kaynağı evrimci görüşe kadar giden ilerlemeci tarih perspektifini de geçerli kılan bu perspektif sosyal bilimlerde hakim görüş olarak varlığını sürdürmektedir.
Gelenek üç bağlamda ele alınabilir. ilki geçmiş yaşam biçimlerinin içinde yaşanılan ana taşıdıkları maddi ve manevi değerler bütünüdür. bu sosyolojik anlamda en fazla rağbet gören izahtır. Beşeri düzlemde toplumu tüm dinamikleri ile inşa eden güçtür.
 
ikincisi ise geleneğin özünü teşkil ettiği ifade edilen kutsalla olan ilişkiden dolayı geleneğin zengin ve kutsal değerler içeren köklü yanıdır ki, bu anlamda gelenek ilkinden farklı olarak hem fenomenolojik hem de ilahi bir yön taşır. bu sosyolojik ve beşeri anlamından çok daha farklıdır.
üçüncüsü ise geleneğin postmodernist yaklaşımlarla ele alınmasından kaynaklanan aletsel, işlevsel yani kullanıma açık madde yönüdür. Bu anlamıyla gelenek bir anlamlar birikimidir (deposodur). Kendisinden her bakımdan yararlanmaya açık bir hinterlandtır. bahsettiğimiz yönü geleneğin dışsal-formel yönüdür ki sanat ve edebiyata tesir eden bir başka yön de budur”
Sırf gelenekler ve göreneklere bağlı kalınsın diye mesela, “sanki yakında biri yoktu”, “güya niye şiye (tanıdık bir isim) vermedunuz”, “uzağa kız verilir mi?”, “felancılar(!) istedi, vermedunuz kızı da gidup Kırşehirliyi nerden buldunuz”, “deden, uzağa kız mı vermişti?” “beşik kertmesi değil miydi, ne oldu da olmadı?”lara kulak asmak, iki insanın sevgisine saygısızlık değil midir? “Gönül ferman dinlemez”’i de atlamadan tabi. Evet, Ezoterizm aynı zaman da bu  örf, adet,anane ve mitoloji ile eş anlamlı olmamasına rağmen o alanlardaki derin bilgileri de kapsayan bir ifadedir. Yani gelenekçilik bu. Biz bölgemizde bu geleneksel anlayışı, çoğu zaman araziler bölünmesin diye bir de geniş aile kültürü içinde algılayıp, sürdüre geldik. Ancak, yeni kuşak, gelenek ve göreneklerden, örf ve ananelerden daha çok, mutlu bir yaşamı, kendisi adına  başkalarının görüp, beğenip önermesi yerine sevdiğine kavuşmayı, “Ferhat ve şirin”lik sayıyor. Belki “Leyla ile Mecnun” devrini, günümüzdeki teknoloji ürünleri sayesinde fazla çile çekmeden doğrudan yaşayabiliyor. 
 
Kızımın gönlünde birinin olduğunu Annem, ağabeyim ve kardeşlerimi bir kenara çekerek, ablamın evinde söylediğinde, hiç tepki vermedim. Biraz da farklı bir inanışım var, ilk anda topu o inanışa, yani tabiatların uyumuna attım. Eğer varsa ki ben bunu tüm sevenler için öneriyorum ve bence nikah memurlarının öncelikli alanı olması gerekir, önüne gelen evliliklere öncelikle tabiat uyumluluğu ilkesine bağlı kalma koşulu getirmeliler. Kalkıp, bile bile  ters tabiatları taşıyan insanların evliliklerine izin vermek, o evliliklerin boşanma ile sonuçlanmasını daha ilk başta kabullenmektir bana göre ve bu sosyal faciadır. Tabiat çatışması olabilecek “sevda”ların mutlaka, kız veya erkek tarafından bir menfaat ve çıkar için istendiği kolaylıkla anlaşılabilir, buna izin verilmemelidir. Bunu resmi nikahları kıyan memurların özellikle bilmesi ve de bu yönde gerekirse bir yasa ile daha başlamamış olan, sakat evliliklerin önüne geçilmelidir. Nitekim, ben kızımı istemeye gelen delikanlı için hiçbir araştırma yaptırmadım, sadece samimiyetini salt o tabiat uyumunda aradım ve farklı kültür ve geleneklere bağlı olsa da onların sevgisine saygımız gereği, gelenek ve görenekleri ikinci plana atarak ailece karar verdik. Nitekim, “İnsan, inandıklarıdır” der Anton Çehov.
Hani, “Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.” der ya  Mevlâna Celâleddin-i Rûmî. Büyüklerimize saygı .…………..yazının devamı için tıklayın

Yorum bırakın