Karadeniz de isimlerin öyküsü

İsmin öyküsü mü olur diyebilenleriniz olabilir, her yörede farklıdır insanlara isim verilmesi. Bu biraz gelenek, görenekler, örf ve adetlerle şekillenmiştir aslında. Yeni doğan bir çocuğa isim vermek, son yıllarda biraz daha önemsenen ve direk anne ve babanın inisiyatifine bırakılan konudur. Yoksa önceleri, anne ve babaların kendi çocuklarına isim vermesi bir kenara, onların nüfuslara kaydedilmesi bile “ayıp” sayılabilecek işlerdendi. Öylemi diyenlerinizi duyar gibiyim, evet aynen öyle. Sen kim çocuğunu nüfusa kaydetmek kim, ya da isim vermek ne haddine gibi..
Babamla yaşı bir asra merdiven dayamış Sabri (Okumuş)dayın ziyaretindeyiz. Sabri dayı, aslen Bayburt’un Pamuktaş köyünden, eşi bizim şişe ablamız, annemin kankası, kızları Sona ve Şadıman bizim ablalarımız, tam 96 yaşında. Bizi gördüğünde tanımadı bile.  Akşam namazını kılamamış ve artık gücü tükenmiş, istediği gibi kalkıp oturamıyor. Bizden kendisi için birer rekat namaz kılmamızı istedi.”her biriniz benim yerime birer rekat namaz kılsanız size ölünceye kadar dua ederim” dedi. Bu dinen olur mu olmaz mı, onu bilemiyorum tabi ama Sabri dayının eski sabrı dayı olmadığını görmek beni bir hayli üzdü..keşke hatırlasaydı, keşke o yüzünden eksiltmediği gülüşüyle biraz konuşabilseydi. Babam, “itikadi çok sağlamdır ” diyiverdi. Zaten bu yaşlılığı görmesek belki isimlerin öyküsüne de gelemeyecektim. Sabrı dayın yaşından yola çıktık. Tam yazılmış mıdır, değil midir derken emsalleri ile kıyasladığımızda, onun vaktiyle anlattığı olaylardan yola çıkılarak 96 yaşında olduğunu kızı ve damadı söylüyor.

 

Yeniköy’den İsmail abi kendi doğumu ile ilgili yaşadıklarını anlatırken hem gülüyor hem de babasına rahmet okuyor.”babamı severlerdi ama o zamanlar yeni doğmuş çocuklar da uluorta kimseye söylenmiyor, babam o zamanki muhtara söylemiş, ‘çocuğum oldu yazasın onu’ demiş, o kadar.kız  Kardeşim doğmuş benden dört yıl sonra, onu da söylemiş muhtara ama bakmışlar ki çocuklar eksik, meğer beni yazmayı unutmuş muhtar, bu sefer kalkmış benden dört yaş küçük kız kardeşimle beni ikiz yazmışlar. Babam muhtara bağırmış hatta, ‘ben sana yaz demiştim uşağı, filan yerde niye yazmamışsın’ demiş, muhtarda, ‘kafam defter mi, nasıl yazayım, unutmuşum demek ki’demiş o kadar. Sonrada düzeltilmedi, öylece kalmış işte”..
Babamla konuşuyorlar, ben sadece dinliyorum. Babamda kendi çocuklarının nüfusa yazılmalarını anlatırken, “bizim çocukları babam takip ederdi. Biz, babamız varken gidip onları nüfusa yazdıramazdık, sonra gider de nüfus idaresinde çocuk yazıldığını görürse bize, ‘adam oldunuz da nüfusa çocukta yazdırıyorsunuz’ der diye. Ama çocukların okula yazılması gerektiğinde gittik katip Mehmet’e.  Çocukları aynı anda nüfusa yazdırmaya kalkınca uyuşmadı, Katip Mehmet önce bir kız yazdı, onu öldürdü sonra diğer kızımı yazdı, sonrada en büyük oğlumu yazdı. Kızlar okula gitmediği için önce kızları yazıp, o zaman bir formüle uydurdu işte. Sonra  bu Mustafa’yı (benden söz ediyor)da Bayburt’ta ilkokula başladı ama  aynı sınıfta 1-2-3 ler bir sınıfta, 4 ve 5 ler bir sınıfta okuyorlar. Bahattin öğretmen vardı, bir gün bana geldi. Bu çocuk bizim 3.sınıfların seviyesinde , sene kaybetmesin  yazıktır buna, yaşını büyütelim de ikinci sınıfta okusun. Olur dedik, Mustafa’yı nüfusta öldürdük, onun yerine Mustafa’ya Kemal ekleyerek Mustafa’nın ağabeyi olarak yazdırdık. Böylece sınıf atlamış oldu, bir ile ikinci sınıfı aynı yıl okumuş oldu. Ondan sonraki çocukları artık düzenli olarak yazdırdık, yani benim gerçekte 9 çocuğum vardır ama nüfusta 11 çocuk sahibi görünüyorum” diyor.
Evet Karadeniz’de ne yazık ki kız evlatların okula gönderilmesi erkekler gibi zorunlu değilmiş 1960’lı yıllarda, o nedenle de kız çocukları hep öncelikli yazılırmış bunu da zaten o yıllarda katip denen  “arzuhalcı”lar yaparlardı. Yani resmiyette görülecek ne kadar işiniz varsa bulunduğunuz nahiye veya ilçedeki arzuhalcılara gider, tüm resmi işlemlerinizi arzuhalcılar üzerinden yaptırırdınız. Mesela siz katibe gittiniz ve “leb” dediniz diyelim, gerisini onlar “leblebi” diye tamamlarlardı. Ya da “alaman” dediğiniz de onlar hemen sizin almanya’da çalışan biri olduğunuzu ve fazla para alabilmek için nüfusunuza yeni bir veya iki çocuk yazdırmak istediğinizi anlar ve öylece sizi konuşturmadan onlar iyi bir lisanı hal ile bunu yazıya dökerlerdi ve siz o yazılanlara baktığınızda da, “bunları ben mi demişim ya, ne çok güzel şeyler söylemişim” diye hayret ederdiniz.Tabi onlar, yani katipler de bunun karşılığında sizden işlem ücreti alırlardı. Yani şimdiki Noter’lerin yaptığı tüm işlemler, arzuhalciler vasıtasıyla yapılırdı. Yoksa anne ve babaların “benim bir kızım oldu veya benim bir oğlum oldu” gibi, evin reisinden  habersiz işlem yapması hem ayıp sayılırdı ve hem de aile büyüklerince hoş karşılanmaz ve saygısızlık olarak görülürdü.

Gel gelelim çocuklara isim verilmesine..yeni bir çocuğunuz olmuşsa mutlaka “kitapta var mı?”ya bakılırdı, yani kitaptan kasıt Kur’an-ı Kerim’di. Hem anne baba sesini çıkarmaz, genelde geniş aile yaygın olduğundan ev reisleri dedeler, isimler konusundaki söz sahipleri idi. Onlarda mutlaka ya dedelerinin, ya babalarının veya büyük anne veya geçmişlerinde tanıdık, bildik isimleri koyma kolaycılığına kaçarlardı. Ama verilen isimlerin mutlaka Kur’an’da anılan veya adı geçen isimlerden olması özel tercih sebebi sayılırdı. Çoğu aile de isim verme konusunda sırf  o “kitapta var” olan isimlerden olsun diye mutlaka çevrelerindeki okumuş, bilmiş insanların önerdiği isimleri koyardı.Eğer, dedeye rağmen siz kendi çocuğunuza bir isim koyarsanız o zaman da o gayrı resmi isim sayılır, gerçekte nüfusta olmaz ama halk arasında bilinirdi. Buna en güzel örnek amcaoğlu Tacettin’in adıdır mesela. Nüfusta Saadettin olan isim, köyde Tacettin’dir ve onu Saadettin diye bilen yoktur. Aynı şekilde  nüfusta sadece Ali olmasına karşın Dursun Ali denmesi gibi.
 Yadırgamayın  ama geçmişte çocukların doğumu, isimlerin konması, nüfusa kaydedilmesi  ülkemizin gelişmişliği ile bağlantılı bir olaydır. O zamanlar şimdiki gibi hastan……………….yazının devamı için tıklayınız

Yorum bırakın