Bursa’daki Osmanlı Yadigarı, İnkaya Çınar’ı

Adına “yeşiller diyarı” denilince bizim Karadenizlilerin de göçtükleri yerlerin başında geliyordu Bursa. Yeşilliği ile ününde haklıydı tabi Koca şehir, tabela üzerindeki nüfusuyla bir milyon 825 gözüküyor. Ama güncel nüfusun 2 milyondan aşağıya olmadığı bir gerçekti. İşte O Bursa’daki bir ağacı anlatmak istedim bu yazımda. O herkesin “çınaraltı” diye tabir ettiği ve görmeyenlere anlattığı devasa İnkaya Çınarıydı. Bursa’da Çınarlar oldukça fazla ama İnkaya Çınar’ı, tek başına tüm çınarları anlatmaya yeter de artar bile. Görkemliliğine laf ettirmeyecek kadar boyutlu gövdesiyle çevresine yaydığı kollarıyla adeta doğayı kucaklayan görünümü, sizi büyülemeye yetiyor zaten.
Bir sabah kalktım, kahvaltı yapmamışım. Duyumlarımla düştüm yola. Önce yürümek istedim ama aç karnına yürümektense bir an önce kavuşayım sabırsızlığı ile atladım bir taksiye, ver elini İnkaya Çınarı. Çevrede bir gözlem yaptım, nerden bir fotoğraf çeksem ki bu devasa ağacı bir fotoğrafta anlatmış olayım diye ama nafile. Olmuyor. Tam altından fotoğraf çekseniz, gövdenin sadece bir kısmını ve dallarının çok azını kareye sığdırabiliyorsunuz. Baktım ki olacak gibi değil önce şu kahvaltımı yapayım dedim. İnkaya Çınarının altına oturdum ve tek kişilik bir kahvaltı istedim. 

Bir tepsi geldi ki, ne bir kişisi tam 6 kişiyi doyururdu. Taze tereyağından, bal’dan, reçelden, peynir’e, Domates, salatalık, biberden yine yöreye has bir başka kahvaltılık ezmeye kadar, dopdolu bir tepsi bu. İnsan o tepsiyi görünce zaten psikolojik olarak doyuma ulaşıyor. Bir de büyük çay geldi ama ben o çayla yetinemezdim. Bir demlik çay daha sipariş verdim. Ama kahvaltıya başlayamıyorum. Çünkü başlarsam bitiremeyeceğimi görüyorum. Çınara baktım, altında gezinen ilköğretim düzeyinde bir öğrenci grubu. İçlerinden çelimsiz olan birine gidip, “kahvaltı yapmak isteyen arkadaşlarınla buyurun” dedim.  Bir süre birkaç arkadaşını ikna etmeye çalıştı onlar olmadı bu kez diğer arkadaşlarından ikisiyle birlikte geldiler. Tam o sırada da demlik çayımız gelmiş oldu ve çatal bıçak servisinin eklenmesiyle bir güzel kahvaltıyı birlikte yaptık. Otobüsleri kalkmak üzereyken de zaten benim kahvaltı arkadaşlarım vedalaşıp ayrıldılar. Yatılı öğrencilermiş meğer, çok iyi oldu. Kahvaltı tepsimiz de mutluydu. İsraf olmamıştı ve mükemmel bir kahvaltının sahipliğini yapmıştı o da. Tepsi, sunumuyla bizlerin mutluluğuna sevinmiş gibiydi. Ya da ben öyle anladım veya algıladım. 

 

Biliyorum, siz şimdi bu kahvaltının kaç lira olduğunu merak ediyorsunuz değil mi? Onu da söyleyeyim, inanmayacaksınız ama yine de söylüyorum tamı tamına 12 lira. Bir büyük çay, bir demlik çay ve o kocaman kahvaltı sofrası sadece 12 lira. Ben de şaşırdım ama bana şunu söyler gibi olduklarını anladım, “ burasını köy muhtarımız işletiyor. Burada kahvaltıya konan her şey, köyümüzdeki ürünler, hepsi doğadan ve kendi köylümüzden alınıyor. Hem köyümüz bu Çınar sayesinde gelişiyor bizde bunun karşılığını köylünün ürünlerini sunarak bir vefa olarak bu hizmeti veriyoruz. Onun için çok uygun oluyor” başkaca izahını kendime yapamadım ve de sormadım zaten.
Bir süre daha oturdum aynı masada, bu kez gelen gidenlerin İnkaya çınarı ile ilişkisine dikkat kesildim. Bir öğrenci grubu, Çınarı kollarıyla sarıyor ardından o çınara sarılanlar topluca fotoğraf çekiliyorlar. Tam 9 kişi sayıyorlar.  Hatıra fotoğrafını Çınar’ın koca gövdesine yaslanarak verdikleri pozlarla anlamlandırıyorlardı. Çoğunluğu öğrenci grupları, bir otobüs geliyor bir başkası kalkıyor. Ziyaretçiler, genellikle ellerindeki cep telefonlarıyla fotoğraf çekmeye çalışıyorlar. Ara sıra da her hallerinden sevgili oldukları belli olanlar ziyaretine geliyor Çınar’ın tabi arada kaçamak yapanlarında orada sırıttığını anlıyorsunuz. Kiminin derdi var dilek diliyor, kimi dua ediyor kimi sadece çay içip, seyre dalıyor. Kalktım yerimden o hani Osmanlılar dönemindeki “kavaksuyu” dedikleri, bu inkaya Çınar’ının hemen altında bulunan bir başka Çınar’ın içinden akan suyun fotoğrafını çektim. Bir ağaç gövdesinden yapılmış kuruna akan su, Çınaraltında küçük bir dereye dönüşüyor.
Köyde muhtar, her şeye kadir.Köylüleri öylesine bilinçlendirmiş ki, yörenin turistik amaçla gezilmesi sırasında olası vatandaşların şahsi arazilerine girişin yasak olduğunu belirten yön levhaları, köyün girilmesine izin verilmeyen yollarında hep uyarılar var. Mesela, İnkaya mağaraları da varmış ve buraya gelen bazı uyanık tipler, mağara merakı diye izin alıp gidip define arıyorlar veya tespit yapıp uygun bir zamanda gece yarısı aynı yere kazma ve küreklerle gelip, köylüye rahatsızlık veriyorlarmış. Bu inkaya mağaralarını bende duydum ama Turizme kapalı olduğunu söyledi köylüler, sonra da “görmek isterseniz köy muhtarından izin almanız lazım” dediler. Ama ardından da mağara önünde köy evleri olduğunu vurguladılar. Böylede olunca muhtara gidip, izin alıp bir de oradaki evleri rahatsız etmenin değmeyeceğine karar verdim. İnkaya’da Çınar’la yetinilebileceğine karar verdim.
 Ardından aynı zaman da restoran da olan tesislerin balkonuna geçip bir demlik çay daha sipariş verdim. Belikli burada çay işine bakan arkadaşlar, güzel çay yapmasını biliyorlar. Damak tadına önem veren ve de çaydan anlayanlar, ne demek istediğimi iyi anlamışlardır. Aynı yerde iki demlik çay içiliyorsa o çay, gayet güzel yapılıyor demektir. Bir demlik çayı içerken tekrar tekrar tüm dallarına varıncaya kadar gözlerimi Çınar’dan ayıramıyorum. Her bakışımda gerçekten bir imparatorluk edasını yansıtıyor o çınar ve sizinle sanki konuşuyor. Kimi yerlerde lodos Çınarları devirdi deniyor ama bakıyorum hem de bir tepede olmasına rağmen devasa çınar, nasıl rüzgarlardan, kardan korunmuş ve de bir dalı kırılmamış veya devrilmeden sapa sağlam ayakta kalabilmiş. Tam beş saattir buradayım. Çınar’a bir tepeden bakıyorum, bir altından bakıyorum ve kendimce hesaplar yapıyorum. Kendime sorum “bu ağaçtan kaç ton odun çıkar” diye..
 

 

İnkaya’dan Murat’a sordum, “kaç ton odun çıkar” diye, biraz düşündü “100 ton” dedi. Ben de çok düşündüm, ölçtüm, biçtim, kamyonlara yükledim ve 149 buçuk 150 tonda karar kıldım. Bir başkası 50 ton diyebilmişti. Oysa baktığımız şey aynı ağaçtı. Kiminin 50 kiminin 100 dediği benimde 150 ton odun çıkar dediğimiz ağaç, Bursa’da Uludağ yolunun Çekirge çıkışından 3 kilometre uzaklıktaki  İnkaya köyündeki o muhteşem çınar ağacıydı. 1976 yılında okul gezisiyle çıkmıştık aslında yıllar sonra anımsadım ama o zamanlar, şimdiki gibi çevre düzenlemesi yoktu. Ve biz bir otobüs dolusu öğrenci, nereye niçin gittiğimizin belki farkında da değildik ya da gezdiğimiz ağacın 600 yıllık koca bir İmparatorluğu andırdığının önemini kavramaktan uzaktık. Kısaca o zaman teşbihte hata olmaz babından söylüyorum, öküzün trene bakması gibi bakmıştık belki de ve o dönemlerde, ağaç ile tanıştığımızı belgeleyecek bir fotoğrafımızı çekecek cep telefonumuz yoktu.
Şimdi bakıyorum, bir anıt ağaç, geleninin gideninin ellerindeki çeşitli fotoğraf çekim aletleri, (cep telefonu, kamera) ve Fotoğraf makinalarıyla sadece kök kısmında çekildiği fotoğraflara konu mankenliği yapıp, poz veriyor! Devasa bir Çınar, inkaya çınarı. Fotoğraf makinalarının objektifine sığmıyor. Sığabileceği kareyi çekebileceğiniz uzaklığa gittiğiniz de de o ihtişamını göstermiyor, tabiata uyumlu bir ağaç havası veriyor. Ama öyle değil gerçek. Bursa’nın Osmangazi Belediyesi, İnkaya Çınar’ı altına  hakkı olarak bir kitabe koyarak, Çınar’ın havasından yararlanmaya çalışıyor. 

 

Kitabe’de, “Platanus Orientaus, Doğu çınar’ı 600” başlığı konmuş 2007 yılında. Yani Çınar, şuanda 602 yaşında oluyor. Kitabenin aynı sayfasında Çınar’ın  35 metre boyunda, 3 metre eninde ve 920 metre de çapında olduğu yazıyor. Diğer sayfasında ise, “doğal çevremizin en kıymetli ve heybetli ağacı olan çınar, Osmanlı kaynaklarında kavak olarak da anılmıştır. Kavaksuyu, kavaklı camii, bunun şahididir. Bursa ile özdeşleşen çınar, asırlar boyu yaşaması ve canlılığını koruması sebebiyle Osmanlı Devleti’ne benzetilmiştir. Kültürümüzde ise ihtişam ve istikrarın sembolü olmuştur. 600 yaşındaki İnkaya çınarı ise bunun en önemli göstergesidir.
Muradiye’de çınarların gölgesinde uyuyan Ahmet paşa şöyle diyor, “ Çun kim Çınar gibi götürdün niyaza el zar ile baş açıp yüzün ol serv-i naza tut”

 

Bülbül güle açık olduğu gibi Kumru’da Çınar’a aşıktır. Hayatla dopdoludur Bursa’nın çınarları, tarihe giden yoldur Bursa’nın Çınarları”
Bakıyorum, çok güzel çay bahçesinde o ihtişamlı ağacın altında oturup da bir bardak çay içmeden dönenler çok oluyor. Ya o insanların zamanı yok diyorum ya da bir bardak çayı o çınar altında içmenin keyfinden haberdar değiller. Belki de çay ücretlerinden mi çekiniyorlar. Hayır, Çınar altına gelen giden insanlar da bir zaman telaşı var sanki, sabırsızlanıyorlar, “gördükya gidelim” mantığı hakimmiş gibi geliyor bana. Oysa ben Bursalı olsam kesin en az her hafta sabah kahvaltını ailece orada yaparım gibime geliyor. O temiz havada ve o muhteşem manzarada kahvaltının tadına da …………..yazının devamı için tıklayın

Yorum bırakın