Sırma’nın Ankara’dan Trabzon’a gelme hikayesi

Babamı bilmiyorum ama annemden iki aylıkken ayrıldığımı dün gibi hatırlıyorum.insan denen mahluklardan biri, güya ağabeyimin asıl sahibi. Önce bir telefon görüşmesi yaptığını duyar gibi oldum. Gerçi insan denen o mahlukları daha yeni yeni tanımaya başlamışım ama hep o ağabeyimin sahibini görüyordum. 

 

 
İstemeden de olsa o kulak misafiri olduğum ağabeyimin asıl sahibinin telefon konuşmasında sanki beni vermek için birisini aradığına tanık oldum. İşte o an sanki başımdan aşağıya sıcak su döktüler. Fena oldum. O ilk görüşmesinde net bir sonuç alamadı. Karşı tarafta konuştuğu her kimse, o da o’na “abi” diyordu. Onu anladım sadece..sonra bir başkası için tekrar “abi” dendiğini duydum.
Hani ağabeyimin asıl sahibi olmasa o kadar güvenmeyeceğim kendisine ama ağabeyime çok iyi bakıyordu. Görecektiniz onların boğuşmalarını, kavga ediyorlar adeta. Bir keresinde ağabeyimi yere yatırdı ve sırtüstü boğazladı da ama ağabeyim o’nu iyi tanıdığı için ufacık bir kelle numarasıyla kurtuldu. Sonra o ağabeyimin peşi sıra çok koşturdu zaten ama onların ki oyundu biliyorum ve nasıl anlattıklarını merak ediyordum.ama dedim ya o’na güvenim, bu ağabeyimle olan yakın alakasındandı. Babama güvenmezdim o kadar. O adam işte aldı beni, güya sevdi, okşadı sonra da bir karton kutuya yerleştirdi.
Türkiye’nin başkentindeyim, Ankara’da. Yani, düşünsenize koskoca ülkenin yönetildiği yer burası ve ben işte bu metropoldenim. Ama, o karton kutunun içine bir kap, kapın içine biraz (sevmediğim aslında) bişeyler (adlarını da bilmiyorum açıkçası) koydular. Benim yüreğim pıt pıt pıt diye atmaya başladı, bacaklarım titriyor. Her ne kadar kendime “yok bir şey, panikleme” diye teskin etmeye çabalıyorsam da olmuyor, buna engel olamıyorum ve bu titreme halen devam ediyor zaten. Hasta falan değilim ama ortalıkta bir şeyler dönüyor, bunun farkındayım.
Önce anneme sordum ama o da bilmiyor. Evet bir şeylerin olduğunu sandığını söyledi ama beni doğuran annemin tecrübesi vardır hani belki daha önce yaşamıştır belki farkındadır diye düşündüm ama yok, bu insan denen mahlukların işine akıl sır ermiyor yani. Neyse ben o akşam annemle  birlikteydim, bir de diğer kardeşim ama zaten benim küçük ağabeyim de ortalıktan kaybolmuştu. Sonradan büyük ağabeyimin sahibinin söylediğine göre o’nu Ankara’da birisine vermişlermiş.
Sonra ağabeyimin sahibinin ağabeyimle vedalaştığını gördüm. Ağabeyimin dilinden ben anlıyorum ama sahibim de anlıyor biraz. Hem onlar zaten iki yılı aşkın suredir tanışıyorlardı. Beni o kutuya koydular ve pat aracın arka kapağını küüt diye üzerine kapatmazlar  mı? Nereye götürüldüğümü bilmiyorum ama annemle de vedalaşamadık. Bilseydim yola çıkılacağını gider anneme son bir kez belki sıkı sıkıya sarılır ve belki azıcıkta memelerinden süt içer, kardeşimle azcık daha dalaşırdık. Ama buna fırsat bile bulamadım inanın. Kapanmıştım, etraf zindana dondu, kapkaranlık bir yer. Bir gürültü koptu, tam altımdan garip garip sesler geliyor. Sonra verdiğimiz molalarda baktım ben, o seslerin çıktığı yer, benim konulduğum yerin tam altında, insan denilen mahlukların bindiği araba dedikleri şeyin eksoz adını verdikleri bir gürültü aracı yani çok da önemi yok.
 

 

Kısa bir yolculuktan sonra o ses durdu. Birazdan benim üzerime kapattıkları o kapıyı yeniden açtı ağabeyimin sahibi, beni  koydukları o kutuyla birlikte aldı, lambaların yandığı ve adına ev dedikleri yere. Bir de ne göreyim orada ağabeyimin sahibinin biri kardeşi diğeri de torunu olan iki delikanlı. Hayda hiç tahmin etmiyordum ve de zaten beklemiyordum. O ağabeyimin sahibinin kardeşi olan büyükçe bir insan denen mahluk, bana önce pis pis bir baktı, sonra  gülmeye başladı. Baktım bende suratına, “hımm” dedim kendi kendime “sevdi beni”. Gerçekten de sevdi ama o diğeri, ağabeyimin torunu olacak olanı ise uzaktan beni seyrediyor ve “sevsem mi sevmesem mi” der gibi bakıyordu. Zaten o benimle diğer ağabeyimin sahibinin kardeşi olan gibi sevmedi, bunu sonraları anladım. Hatta bir keresinde ağabeyimin sahibi, beni ona emanet ettiğinde o benden çekindi bile, yani korktu mu, ürktü mü anlayamadım.
Neyse biraz benimle ilgilendiler sonra o yanan lamba dedikleri şeyler söndü, karanlıkta kaldım. Biraz kendi kendime söylendim ama kimse alınmadı. Bazen o ağabeyimin sahibinin bana laf attığını duydum ama takmadım bile. Hem zaten bende yorgundum ama bir sessizlik oldu. Ardından hava ışıdı ama yanıma gelen olmadı. Baya bir zaman sonra o ağabeyimin sahibinin kardeşi geldi yanıma, burnuma “piş, mış” gibi şeyler söylediyse de ben ona yüz vermedim. Nede olsa tanımıyordum değil mi? Hemen öyle yüz göz mü olacaktım, olmadım bende. Surat astım desem yeridir. Sonra o ağabeyimin sahibi geldi yanıma baktım yine niyeti kötü. Kutuyu temizlediler filan ama ben sabırla izliyordum sadece, “ne yapmak istiyor bu insan denen mahluklar” diye merak ediyordum ama onların ne yaptığı pek belli olmuyor.
 
Yine aldı kutuyla benim o akşamki arabanın arkasına koymaz mı? Yine karanlık tabi ve yine hiç sevmediğim çirkin ses. Pır pır pır filan başım şişti hep de aynı ses. Kısa sürede tahammül edilebiliyor ama uzun süreli aynı sesi dinleyince de başınız ağrıyor, yetmiyor bir sarhoş oluyorsunuz, bayılır gibi oluyorsunuz ama ona katlanmak zorunda olmaktan başka çerem olmadığını da anlıyorum. Yani istesem zaten bir şey yapamam ki, kapalı etrafım. Başımı kaldırsam üstte sert bir yere vuruyor zaten.iyisi mi bende koyup başımı yatıyorum. Uyumak istiyorum, tam gözlerim alacak hadi bakalım tekrar o üzerime kapanan kapı açılıyor, daha uyunur mu hemen gözlerim açılıyor. Bir bakıyorum burası hiç tanımadığım başka bir yer oluyor.
 
Ama bu sefer baya bi uzundu yolumuz. Ne tarafa gittiğimden haberim yok, adını duydum ama nerdedir nerden bileyim. O ağabeyimin sahibi, ağabey dediği insan denen mahlukla ne konuştuysa işte o telefonda konuştuğu onun ağabeyisinin dediği yere gidiyoruz meğer. Yine hava kararmıştı, bir ara yolun kapandığını duydum. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Merzifon’u geçmişiz de Havza’ya gidiyormuşuz ama yolda bir trafik, bir trafik sormayın. Ağabeyimin sahibinin dediğine göre İstanbul’daki boğaz köprüsü trafiği gibiymiş burada yol. İlerlemiyormuş ve zaten ilerde de üç şeritli insan denen mahlukların yolu tek şeride düşüyormuş, o tek şeride düşen yolda da tır ve kamyonlar yığılıymış ve trafik polisi dedikleri adam….………………..yazının devamı için tıklayın

Yorum bırakın