Trabzon Ekmeği, sarı gelinin marifeti!

Sofraların baş tacıdır ekmek hele de Ekmek, Trabzon ekmeği ise tabi.  O da hani katıksız yenebilen ender ekmek olmasından kaynaklanır. Pasta yer gibi ekşi maya ile yapılmış Trabzon ekmeği, bayatlamama özelliği ile anılır ama o bayatlamama kısmı, Trabzon Ekmeğinin bayat olsa bile değersizleşmediğinin ve yine katıksız olarak tüketilebilmesindendir. Bakmayın siz kilo yapar kaygısıyla Doktorların ekmek tüketimini azaltma önerilerine, Karadenizlilerle farklı yöre insanlarını kıyasladıklarında kilo sorununun Karadenizlilerden daha çok farklı bölge insanlarında görüldüğü ayan beyan ortadadır. Aslında Trabzon Ekmeği olarak bilinen Ekmek,  bir diğer tabiriyle Somun ekmeğidir.

 

Karadenizliler, ekmeksiz sofraya oturmazlar. Ona rağmen araştırmacılar yine bir araştırma yapsınlar ve kilo sorununa gerekçe gösterilen ekmek tüketimini takip etsinler, Trabzon Ekmeği ile farklı yöre ekmekleri arasında hangisinin kilo yaptığının tespitini iyi yapsınlar! Trabzon Ekmeği, fazla kiloya sebep olacak ekmek değildir! Hem de çok bolca tüketilmesine rağmen. Çok mu iddialı oluyoruz tüm bunları yazarken tabi ki değil, hele Trabzon Ekmeğini bugüne dek yarım yüzyıllık yaşamında sürekli tüketen biri olarak yaşayan biri olarak da tecrübeye dayanarak rahatlıkla ifade edebiliyorum. Tabi bu yazı illa da Trabzon Ekmeği yenmelidir reklamı da değil, ben sadece Trabzon Ekmeğini anlatmak istiyorum, reklamını değil zira bilenler tadıyla, katıksız yenile bilirliği ile Trabzon ekmeğini zaten bilirler.
Trabzon Ekmeği

 

Biz aslında ocak ekmeği dediğimiz Karadeniz evlerinin en sevilen yeri olan ocaklıklarda bulunan pileki (Bilegi taşı da denir, içinde ateş yakılan içi oyuk taş veya kiremit çamurundan yapılmış Pileki) lerde, kestane yaprakları üzerinde pişirilen ekmeklerle büyüdük. Hafta günlerinde dedem çarşıya indiğinde getirirdi sadece bu Somun ekmeğini, “Çarşı ekmeği” diye. Genellikle misafirler için evde bulundurulurdu. Her gün çarşıya inilmediği için de sadece hafta günleri gelirdi, her zaman değil ama dedemle birlikte bizde o ekmekten yerdik. Hem o dönemler fırınlar çok fazla değildi hem de herkes çarşı ekmeğini alamazdı. Yoksulluk vardı ve Çarşı ekmeği, O dönemler lüks yiyeceklerden kabul edilirdi! Bakmayın şimdi Samsun’dan Sarp’a kadar Karadeniz sahil yolu boyunca serpilmiş kocaman tabelalarla ve renkli  led ışıklarla süslenmiş Taş fırınlar ve Ekmek saraylarının her birerinin raflarında yer alan………….yazının tamamını okumak için tıklayınız
By karadenizolay haberler içinde yayınlandı

İspir pekmezli Rize Simidi

Şimdi sarayları yaygınlaşıyor simitlerin. Saraylar da değil belki ama Rize’nin her yanında çay ocaklarındaki sehpaların poşetler için de ya da bakkal veya marketlerin hemen girişlerindeki bağcıklarında asılıdır Rize’nin meşhur simidi. Meşhur diyorum çünkü Rize simidi ile tanışmış olanlar ya da çocukluklarında Rize simidini tatmış olanlar, onun neden meşhur olduğunu damaklarında bıraktığı lezzet ile ömür boyu hem de her yerde arar bulur! Rize simidi, sadelik, saflık, tazelik ve göründüğü gibi olmaktır!
Rize simidi özen istiyor

 

Mevlana Celaleddini Rumi’ye ait “Ya Olduğun Gibi Görün ya da Göründüğün Gibi Ol” ifadesi belki insanlar için söylenmiştir ama bence bu söz bir de Rize Simidine yakışıyor. Rize simidi tam da böyle bir simit göründüğü gibi olan olduğu gibi görünen bir simit işte! Ama bu “Hadi simit yiyelim” denildiğinde herkesin “tabi” diyemediği bir simit! Belki simit dendiğinde onu susamıyla düşünen kafa yapısı ya da simitten görsel anlamda bir süslü yiyecek algısı çıkaran Simit sarayları mantığı. Oysa simit bir kültür, hem de nesillerce geçmişten günümüze şekil, tad ve lezzetini bozmadan koruyarak gelebilen ve hala ve her geçen gün gelişerek yaşayan bir kültür. Her yerin kendine özgü simit tarzı var, Trabzon simidi de güzeldir ama Rize simidi, süslenmeye, üzerine allı, pullu ilavelere gereksinim duymayan, odun ateşini yakından gören ve taş fırında bir kuyumcu hassasiyeti ile dikkat ve hünerle pişirilen sade bir simit çeşididir. Üretim aşamalarını görüp, ustalarını tanıdıktan sonra zaten sevdiğim Rize simidini yakından tanıyınca daha da çok sevdim, çünkü doğal, katıksız ve de gevrek!

 

Gecenin tam yarısında yani saat 02.00’de başlanmış Rize’deki Simit Fırınında mesai. tam 12 saat sürüyor. Patron Erdal Özen, her biri kendi alanının uzmanı ustalar Al Akkemik, Memiş Kalkavan, Hasan Türkmen ve pişirici Talip (usta) Kazancıoğlu, bir yandan çalışıyor bir yandan da sorularımı cevaplıyorlar. Ama pişirici Talip Kazancıoğlu, soyadını söylemekte nazlanıyor biraz, “usta de” diyor, “Herkes öyle bilir ve der” diye de ilave ediyor. Diğer ustalar, simit hamurunu yapıp, şekil verirken, kimi de İspir’in meşhur Dut pekmezine bandırıp, pişirici ustaya nefes aldırmamaya özel bir gayret sarfediyor! Makinada yoğrulan simit hamurunu 65 gram olarak kesip, bir eli ile hamuru silindir hale getirirken diğer eli ile de ona son şeklini adeta bir makine hızıyla üreten Ali Akkemik usta, yardımcısı Memiş Kalkavan’la, simidin hamur halinden pişirilmeye hazır hale gelmesini yapıyor. Talip usta da yardımcısı Hasan Türkmen simidin haşlanma, pekmez suyuna banma, hamuru kurutma ve son olarak da pişirilmesi aşamasını tamamlıyor, patron Erdal Özen se fırından taze taze satışının yanında Rize simitlerinin bakkal ve marketlerde asılacağı iplere dizilmesi işini yapıyor. Tam bir ekip ve tam bir ahenk ve uyum ile Rize’nin o meşhur simidini 40 gram olarak 25 kuruştan piyasaya sürüyorlar. Rize simidi piyasada ise 35 kuruşa satılıyor.simitler, taş fırında pişiyor

 

Rize simidi hamur olarak taş fırının önüne gelinceye kadar iki saat hamur olarak dinlendiriliyor ve  önce altında odun ateşi yanan fırına bitişik ayrı bir bölümde yanan küçük bir ocağın üzerindeki kaynar suda makarna gibi iki dakika kadar haşlanıyor, ardından da o ocağın yanında bulunan büyük bir tencere içerisindeki İspir’in Dut pekmezinin kullanıldığı ……….…..yazının tamamını okumak için tıklayınız
By karadenizolay haberler içinde yayınlandı

Of’un tarihi Keler camisi Rizelilerin oldu

Akşam ezanı okunmuş, hava kararmıştı amcam “Namazı kaçırmasaydık” dediğinde, İkizdere –Kalkandere arasındaydık tam. Güneyce’ye geldiğimizde yolun hemen kenarında bir cami vardı ama orada durmadık. Nasılsa namaz geçmez diye Hüseyinhoca köyüne indik. Orada vinçle yeni yerine taşınmış bir ahşap camiden söz edildiğini duymuştum. Onlarla birlikte bende ilk kez camiye gitmiş olacaktım ve öyle de yaptık. Hüseyinhoca Köprübaşı camiine vardığımız da cemaat dağılıyordu. Bir beton minare vardı ama cami yoktu bitişiğinde ama iyi bakıldığında zaten ahşap olan cami görülüyordu. Biz de girdik ve akşam namazını cemaatle eda ettik, ardından da caminin manevi havasını soluklayıp, sağına soluna, üst cemaat yerine ve balkonuna varıncaya kadar epeyce inceledikten sonra camiyi buraya getiren ve sebep olanlara kalbi minnet ve şükranla ayrıldık.
yeni yerinde Hüseyinhoca köprübaşı camii

 

Trabzon’un Of ilçesine bağlı Keler köyünde 1976 yılında eski caminin yerine yeni bir cami yapılması gündeme gelince dönemin köy ileri gelenleri ahşap olan bu camiyi kaldırmak isterler. Fakat köy de yer yoktur,bir tarafında Çadak dağı bir yanında Kilise dağı olan bir yamaçtaki köydür. Bu köyün nüfusuna kayıtlı olan ve daha sonra Rize’nin Kalkandere ilçesine bağlı Hüseyinhoca köyüne yerleşen aynı köylüler, “Bu cami bizim de camimiz hem bizim mahallemizin de camisi yok. Madem siz yenisini yapacaksınız o halde bu eski camiyi bize verin” derler. Köylüler de “Tarihi ahşap camimiz viran olmasın, alın sizin olsun” der camiyi verirler. Yerine de 1978 yılında biraz büyükçe betonarme bir cami yaparlar. Hüseyin Hocalılar da bu ahşap camiyi mümkün mertebe aslına uygun bir halde söküp 1977 yılında bir çayalım evinin üzerine yerleştirirler. Ona bir de merdiven koyarak ahşap cami sahibi olurlar. Yani Of’un Keler köyün de Ordulu ahşap ustası Hacı Ömer tarafından H.1250/M.1824 yılında Çantı tekniğinde çivi kullanılmadan, birbirine geçme yapmak sûretiyle ile yapılan 191 yıllık cami, Of’tan alınıp 4 kilometre uzaklıktaki Rize’nin Kalkandere ilçesine bağlı Hüseyin Hoca köyüne, İyidere’nin kenarına taşınır. Bu tarihi Keler ahşap camisinin ilk taşınmadır.

 

MGK Genel Sekreteri Seyfullah Hacımüfüoğlu
Şimdi Milli Güvenlik Kurulu genel sekreteri olan ve 2009- 2012 yılları arasında Rize valiliği yapan Seyfullah Hacımüftüoğlu,  Kalkandere ziyareti sırasında kaymakam Nedim Akmeşe ile Hüseyin Hoca köyünü ziyareti sırasında ahşap caminin hikayesini dinler. Tarihi ahşap cami hem bir çay alım evinin üzerinde ve hem de özel bir mülktedir. Vali Müftüoğlu, Caminin kalıcı bir yere yani bulunduğu şahıs arazisinden hemen yan taraftaki arsaya caminin taşınması talimatını verir. Yapılan çalışma neticesini verir ve yapının sökülmeden taşınabileceğine karar verilir. Trabzon Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 28.04.2011 tarih ve 3352 sayılı Kararında yapının 17 metre güneye taşınması neticesine varılır. Sürecin tamamlanması öncesinde, özel mülkiyette bulunan güneydeki parsel, cami arsası olarak bağışlanır. Nihayetinde, 30 Haziran 2011’de başta Rize Valisi Seyfullah Hacımüftüoğlu, Kalkandere Kaymakamı Nedim …….……….yazının tamamını okumak için tıklayınız
By karadenizolay haberler içinde yayınlandı

Humurgan’ın AĞA Konakları

Karadeniz Bölgesi’nde gezilip görülmesi gereken pek çok yapı vardır elbette ama yolunuz Trabzon’un Sürmene (Humurgan) ilçesine düşerse özellikle eski adı Gucara olan Gültepe köyündeki 99 Pencereli Haşım Ağa Konağı ile Kastel deresi kenarında ve sahil yolu üzerindeki Memiş Ağa Konağı ile hemen Kastel deresinin karşı tarafındaki Hacı Yakup Ağa Konaklarını  görmelisiniz. Yıllara meydan okuyan bu güzide yapılar, Devlet’in liyakatli yöneticilerinin dikkati ve gayretleri ile asıllarına uygun olarak yeniden tamir edilerek, hem yaşamaları ve hem de korunmaları amacıyla işletmelere dönüştürüldü.
Haşim ağa konağı

 

99 Pencereli Haşım Ağa Konağı

 

Otuz yıl kadar öncesiydi 99 penceresi ile bilinen Haşım Ağa Konağı’na ilk gidişim, o zaman yıkıldı yıkılacak bir harabeydi. İçini gezmiş ve büyülenmiştik, 100 yıl öncesinin yaşam tarzı hakkında bilgi veren önemli bir hazineydi. Buraya tekrar gitmek istediğim de yolu bulabilir miyim kaygısı taşıyordum ama yolda rastladığım Mustafa ve Engin Demirtürkoğlu kardeşler bana mihmandarlık etti ve konağı tekrar gördüğümde çok mutlu oldum. Sadece Haşım Ağa Konağı değil çevre düzenlemesi ile birlikte yenilenmiş olduğunu gördük. İstanbul’da iplik ticareti ile uğraşan Haşım Ağa’nın torunu Hüseyin Ağa tarafından 1895 yılında yapıldığı, içerisinde 10 oda, 5 hol, 2 mutfak, 2 fırın, 1 kahve ocağı, 6 şömine, 3 tuvalet ve 3 banyosu bulunan bir nevi konakhan denilebilecek 99 pencereli muhteşem bir yapı. Şimdi mülk sahiplerinin elinde ve Ramazan aylarında daha çok geleni gideni olan ve yaz ayları boyunca da açık olan bir konak. Küçükdere’den çıkılan ve sahile yakın Gültepe köyünde sadece 99 Pencereli Haşim Ağa konağı değil çok sayıda eski ve dikkat çekici evlerle yine içi ahşap oyması taşyapı camisini görebilmek mümkün. Konağın içini anlatmak, Kör’lere renk anlatmaya benzer ya da hani Materyalist bir Atasözü gibi sunulan “Dünya’da mekan, Ahırette iman” sözünü anımsatan bir mekan burası. Bu yüzden de görülmeden anlatılması kelimeleri kifayetsiz kılar, bu kadar söyleyebilirim.

 

memiş ağa konağı
Memiş Ağa Konağı

 

Yapı tarzlarına bakıldığın da aynı dönemi andıran Sürmene ya da Humurgan konaklarından en gözdesi görkemi şapka takmış gibi uzun saçakları ile Karadeniz’i selamlarmış gibi Sürmene –Yeniay arasında ve Karadeniz Sahil yolu üzerinde Kastel Deresi kenarında olan Memiş Ağa Konağı. Gezi organizatörlerinin haklı olarak Tur kapsamına aldığı  bu güzide yapı da Kültür ve Turizm bakanlığı destekli yenileme çalışmaları ile tepeden tırnağa yeni fistan giydirilmiş gibi harabe halinden…..……yazının tamamını okumak için tıklayınız
By karadenizolay haberler içinde yayınlandı

Tiflis’te içki yasak!

Dedaena parkından geçip caddeye çıktığım bir yerde iki polis aracının yol kenarında durduğunu fark ettim zaten polislerle orada 7-8 kişi tartışıyorlardı. Yol kenarındaki bir ağacın altında Almanya’dan gelmiş misafirleri ile bira ya da şarap içen insanlarla polisler arasında hararetli bir tartışma vardı. Biraz kulak misafiri oluyorum nedir olay diye sonra da sokakta içki içmenin yasak olduğunu ve burada da içki içen insanlara polisin müdahalede bulunduğunu anlıyorum.  İçki içenlere polis baskın yapmış ve ceza uyguluyor. Tiflis’te mekanlar dışında içki içilmesine yasak getirilmiş ve sorduğumda içki içmenin cezasının da 500 lari olduğunu öğreniyorum. İçki üretimi hele de şarap konusunda iddialı bir ülkedir Gürcistan ve burada içki yasağının polis marifeti ile denetleniyor olmasına tanık olmak beni de şaşırtıyor! Tam polislerle ceza kesilmesin diye konuşmalar yapılırken aralarından biri eline içki bardağını alıp konuşulanları izliyordu ki polis, ‘bize meydan okurcasına hala içki mi içiyorsun’ diye genci azarladı, diğerleri araya girip tartışmanın büyümesine engel oldular. Zaten o gençte elindeki bardağı masanın üzerine koyuverdi.
tiflisin sokaklarında içki yasak

 

Turistik mekanlar dışında da caddelerde ya da sokaklarda veya parklarda da içen tek bir insana rastlamadım, sadece evinin avlusunda içki içen bir aile gördüm. Bir antika dükkanında Gürcü asıllı Sovyet devlet adamı Josef Stalin’in portresine fotoğraf çekmek istedim, dükkan sahibi önce tepki gösterdi ardından da “afedersiniz” diyerek birkaç kez özür dileyip, fotoğraf çekebileceğimi işaretle anlattı. Taksilerde dahil emniyet kemeri takmamanın cezası 200 lari, sokaklara sigara izmariti atmanın cezası da 200 lari ancak her yer çok da temiz sayılmaz. Batum’da sokakları bayan çöpçüler temizlerken Tiflis’in sokaklarında temizliği erkekler yapıyordu. Dedaena parkı çevresinde zviad Gamsakhurdia caddesi kenarında eskiden kullanılmış tarım aletlerinin yer aldığı bir çeşit canlı müzeyi de gezerek bir taksiye binip Tiflis sanayisine gidiyorum. Burada genellikle Mercedes, BMW ve Opel gibi araçlar revaçta ve pazarda genellikle bu araçlara yönelik aksesuarlar dikkat çekiyor. Pazar yeri yeni yapılmış da olsa çamur içinde ve gezilmesi pek de hoş bir yer değildi.

 

Tuvaletler de yan yana hacet gideriliyor
tuvaletlerinde yanyana hacet gideriliyor

 

Tiflis’in en önemli güzelliği şüphesiz bin 515 km uzunluğunda olan bizim Ardahan Göle’den doğan ve Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan’dan Hazar denizine dökülen Kura nehri. Nehrin üzerinde gerektiği kadar köprü var, kiminden sadece yayalar kiminden de hem araçlar ve hem yayalar geçebiliyor. Kura nehrinin..……….yazının tamamını okumak için tıklayınız
By karadenizolay haberler içinde yayınlandı

Trabzon’dan Tiflis’e

Tao’culardan değilim ama Lao Tau’nun “İyi bir gezgin rotasını önceden çizmez ve varmayı amaçlamaz” sözünü bilmeden de benim karakterim zaten böyle emrediyordu! Tiflis yolculuğu için teklif aldığımda önce “yok” dediydim nazikçe, misafirlerimiz vardı zira, geç kalırım, onları uğurlayamam sandım ama sonra ben açtım telefonu, “tamam, tamam geliyorum, saat kaçta geleyim” dedim ve gerisi zaten geliverdi. Trabzon’dan kalkan çok tanınan bir firmanın otobüsü ile ikinci kaptan olarak yol boyunca  en öndeki hostes koltuğunda oturdum. Böylesi ikinci kaptanlığı ilk kez yaptığım için meğer otobüs şoförlerinin uyuduğu merdiven arasındaki yatak kısmına birinci kaptan “git, istirahat et” dediyse de hiç gitmedim. Uyuyamazdım zaten hem gezginin uykuyla işi mi olur?

 

Ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin 17. Yüzyılda (1647) ziyaret ettiği ve “Camileri ve ulemalarıyla Müslüman bir şehir” diye anlattığı Gürcistan’ın (Georgia) Başkenti Tiflis (Tbilisi)’e ilk kez gidiyordum. Akşam saat 20.00’de Trabzon’dan hareket etmiştik, otobüs tam anlamıyla doluydu. Genellikle Gürcü, Azeri, Ermeni yolcular ağırlıklı bir güzergah olunca otobüsün hostesleri de Türkçe de bilen bayandı. Gece yarısı vardığımız Sarp sınır kapısından beklemeden sorunsuz geçtik, sadece bavul ticareti yapan bir Gürcü bayanın eşyalarının gümrük işlemleri uzun sürdü, burada zaman kaybımız oldu! İlk molamızı Batum’da Metro Turizmin sahibi Galip Öztürk’ün yaptırdığı yeni Otogar ‘da veriyoruz. Henüz tam faaliyete geçmemiş ama modern bir tesis ama henüz hizmetlerde bir standart yok. Batum’a daha önce birkaç kez gitmiştim, Kobuleti de dahil ama oradan ileriye geçmemiştim.
sioni katedrali

 

Eee otobüste ikinci kaptan olarak Sarp sınırını geçip, Acara Özerk bölgesi Batum’u, Kobuleti’yi geçtikten sonra asıl Gürcistan başlıyordu. Tabi sık sık kahvelerimiz geliyor keyifle yol alıyoruz. Özürgeti – Chokhatauri arasında ilk olarak yol kenarlarında her yüz metrede ışıklı ışıksız haç işaretleri dikkatimi çekiyor. Samtredia – Zestafoni – Khashuri – Agara güzergahındayız. Otobüste Kutaisi yolcusu olmayınca kaptan Muammer’in “Çevre yolu” dediği ama tabelalardaki yeşil yön tabelalarıyla otoban sayılan yoldan, yani Kutaisi’ye 20 km uzaklıktan geçiyoruz. Borjami ve Gori iç kesimde kalıyor. Dönüşte Khajalia- Supsa – Ureki – Natanebi güzergahını kullanıyoruz. 

Gece boyu, Dvabzu , Nagomari ve Chokhatauri arasında seyrederken kurbağaların vıraklamaları o bölgelerin sulak alanlar olduğunu anlatıyor. Bir ara bizim gürcü hostese dönüp, “Aaa bak buradaki kurbağalar da bizim ülkemizin kurbağaları gibi vıraklıyor” diyorum, Türkçeyi çok iyi bilmediğinden olacak bana bakıp, gözlerini biraz daha açıyor ve ne demek istediğimi anlamaya çalışıyor. Sonra başını iki yana sallayıp anlayamadığını ve tekrar etmemi istiyor. Tekrarlıyorum, vıraklama seslerini işaret ediyorum, “evet” diyor, gülüyor. Sabahın ilk ışıkları ile bu kez kuş sesleri geliyor çevreden, yine hostese bu kez de kuş seslerinin de tıpkı Türkiye’deki kuşların sesine benzediğini söylüyorum. Ona da “Evet” diyor. Yine hostese ‘Dünya’da insanlardan başka farklı dil kullanan canlı yok. Hayvanlar ………….yazının tamamını okumak için tıklayınız

By karadenizolay haberler içinde yayınlandı

Çoruh Nehri buz, Ovit yol vermez!

Kar kış kıyamet ama olsun, evde oturmaktan iyidir yol almak. Çok mantıklı değil ama şartlar zorlayınca da insan denemeye değer diyor. Aslında bu fikri veren de eşimdi ama babama çaktırmadık. Yola çıktığımız da gece yarısına yarım saat vardı. İlk olarak etapta gideceğimiz yol 110 kilometre idi ama dağları aşacaktık, toplam da 552 kilometrelik bir yol vardı önümüz de, dağ, bayır da cabası. Üstelik kar vardı ama yolun açık olduğunu, Salmankaş tünelinin tamamlanmış bir tüpünden gidiş-gelişin yapılabiliyor olduğunu biliyorduk. Aşağıdaki levha da “kar ve tipi nedeniyle yol ulaşıma kapalıdır” diyordu ama bu uyarı yolu bilmeyen ve belki ilk kez kullanacaklar için tedbiren konulmuş olmalıydı diye düşündük ve yol almaya başladık.

 

Yaşlı anne ve babam böylesi yolculuklar için pek hazırlıksızdı ama üç oğullarıyla da aceleye gelmiş ani bir geziye çıkmaya da karşı gelmediler. Kaşıkçı, Ağanas, Bifara, Dağbaşı derken Çatak’a vardığımızda kar bizi karşıladı. Gerçi yollar da değil ama Karadere vadisinin yamaçların da ve çam ağaçlarının karla kaplı olduğu yol boyu sakindi. Sadece Tilkibeli ‘n de yola yuvarlanmış kayalara dikkat etmek gerekiyordu. Yol sakin olunca da sıkıntısız aştık Tilkibeli virajlarını ve Pazarcık’a vardığımızda artık hem iklim değişmeye başlıyor ve hem de Bahçecik’te Trabzon il sınırlarından çıkıp Gümüşhane il sınırlarına geçiyoruz. Yolda kar var ama hafif rüzgar da uçabilen toz halinde serpinti  kar ve buzlanma var. Allah’dan aracımızın lastikleri hem kış lastiği hem de yeni. Gezge yol ayrımında heyelan olmuş, güzelim asfalt yol kaybolmuştu. Artık uzunluğu 4 kilometrelik iki tüplü Salmankaş tüneline geliyoruz. Yol tek şerit ama bakımlı, yeni bağlantı yolundan Tünele varıyoruz. Yaz mevsiminde tünel çalışmalar nedeniyle sivil ulaşıma kapatılıyordu ama bu kez Salmankaş dağı kar nedeniyle geçit vermeyince Tünelin tek tünelini asfalt ve yol çizgileri ve tünel içi ışıklandırmaları da dahil hazır hale getirip trafiğe açmışlar. İlk kez asfalt haliyle tünelden geçerken annem Necati’ye, “Saate bak bakalım kaç dakika da geçeceğiz tüneli” diyor ama zaten o sıra tüneli yarılamıştık.
nehir buz tutmus

 

Salmankaş Tüneli çıkışın da hemen karşımız da Karaburga dağı ve ziyaret tepesindeki kayalardan yapılmış şehit anıtları karla kaplı halleriyle karşılıyor bizi. Hava açık ama her yer beyaza bürünmüş, tünele girmeden eksi 9 derece olan sıcaklık tünel içinde eksi 4 derece idi ama tünel çıkışında eksi 12 oldu, aşağıya indikçe de o gece eksi 22 dereceyi Yukarı kirzi ve Arpalı’da. Orası, Aydıntepe’nin de bulunduğu ovaydı. Saat gece yarısını çoktan devirmiş bir sonraki günün ilk saatlerin de vardık Bayburt’a. Geceyi Bayburt’ta geçirdik, Bayburt’ta eksi 15’ti. Kaptanımız Ömer, “sabah erken kalkıp yola girmeliyiz, hadi yatalım” dediğin de saat 03.30’du. Yattık. Sabah kahvaltıya yeğenlerimiz Elif ve Bedirhan’ın çağrısı ile kalktık. Nefis bir sabah kahvaltısından sonra bu kez ilk kez gurbete çıkan eğenimiz Yunus’u ziyaret etmek için İspir’e doğru yola çıktık. Bayburt’un içerisinden geçen o koskoca Çoruh Nehri, burada kısmen buz tutmuştu. Bayburt- İspir yolu pek işlek değil, bu bizim seyahatimizi de kolaylaştırdı. Yol da yer yer buzlanma ve kar var ama gayet dikkatlice seyrediyoruz. Yaz ….………. yazının tamamı için tıklayınız
By karadenizolay haberler içinde yayınlandı
Görsel

Araklı’nın Yiğitözü Mahallesi

Yiğitözü Mahallesi

By karadenizolay haberler içinde yayınlandı

Sarp’ta Batumi kuyruğu


M. Kemal AYÇİÇEK-  26-27 Ekim 2012  

Kurban bayramının ikinci günü..hava yağışlı, yöre halkı bu yağmur için,
“Kesilen kurban kanlarını temizleme yağmurudur” yorumunu yapıyor, genellikle
Kurban Bayramları’nın ikinci gününde yağmur yağarsa daha yaygındır bu kanaat
tabi. Yağmur yağsada “Batum’a gidelim” fikri ağır basınca, ailece doluştuk
arabaya.Ankara’dan gelmiş kızımız ve damadımızla, eşim ve oğlumla birlikte
gidiyoruz, daha evin önünden ayrılmıştık ki, “herkesin nüfus cüzdanı yanında
mı?” diye sordum, aramızdan birinin nüfus cüzdanının evde unutulduğunu
öğrenince oracıkta durduk ..biraz gülüşmeden sonra azcık da bekleyip, girdik
yola.

 

Aracımızı sarp’ta bırakıp geçmeyi planlıyoruz Gürcistan’a, öyle de yaptık
zaten. Kemalpaşa’da hafta günü gibi bir yoğunluk var, sokaklarda iğne
atsanız yere düşmez bir hareketlilik, biraz ürküttü beni doğrusu. Bu, sınır
kapısının ne kadar yoğun olduğunun aslında gitmeden görülmesi gibi bir
şeydi. Daha önceden tecrübemize dayanarak, Kemalpaşa’ya gelmiş Gürcü
pazarcılar vardı, o pazarı aradım, eski yerinde yoktu. Şimdi caddeden dere
kenarına almışlar gürcü pazarını meğer..birisine sordum, “bugün gelmemişler,
başka bir arkadaşta bakmıştı” dedi ama ben yinede gittim, şansım varmış bir
gürcü erkek, tezgahını açıyor. Trabzon hurmasının kilosunu 1,5 liraya, bizim
kokulu siyah üzümün kilosunu 3 liraya, limona benzeyen ama yemyeşil olan bir
meyveyi de kilosunu 2,5 liraya satıyor. İlk defa gördüğüm bir meyve, “yazık,
limonu daha olmadan toplamış, getirmiş satıyor” diye içimden geçiriyordum
ki, bir tane alıp bana uzattı, ve tarifle soyarak tadına bakmamı istedi.
Yenmez zannettiğim o limona benzeyen yemyeşil meyvenin ne tadı varmış hayret
ettim, zaten adamın elinde olan 5 kilonun tamamını aldım. Meyvenin adına
Peyhoya diyorlar Gürcice..

 

Sarp tünellerinde trafik yoğunluğu dikkat çekiyor, Batum’a geçme heyecanı
ile sanırım genç ve sabırsız sürücülerin korna sesleri, tıkanmış trafiğin
açılmasına farda etmiyor aksine gürültü kirliliğine tanık oluyoruz. Orada
trafikte beklerken oğluma kimlikleri verip, kimlik kuyruğuna girmesini
söylüyorum, biz aracı park edene kadar kaybedeceğimiz zamandan yararlanmak
için, iyi de ediyoruz. Aracı normal park alanına park etmenin imkanı yok,
otoparklar dolu, ayrıca araç kuyruğu da oldukça uzun ama insan kuyruğu çok
daha uzun tabi. Saatlerce bekliyoruz geçiş belgesini alabilmek için, bu
bekleyiş sırasında orada Gürcistan’dan getirdiği meyveleri satan bir yaşlı
kadın vardı, mandalina, hurma, kestane, bal satıyordu. Bir kasada bulunan 10
kilo kestaneyi aldım, elli metre yakındaki dalgakıranlarda o kestanelerden
hem yiyor hem de kurtlanmış olanları ayıklıyoruz.

 

Bir süre sonra o satıcı yaşlı kadının bize doğru geldiğini gördüm, elinde
bir poşet var ve o poşette de iki kilo kadar mandalina, beni yanına çağırdı
ve elindeki poşeti bana uzatıp, kestaneleri ayıklamamızı izlediğini ve çürük
kestaneleri attığımızı, kestanelerden çıkan çürükler yerine de hakkımızı
helal etmemiz için o iki kilo mandalinayı bize verdiğini söyledi kendi
dilince, sarıldım kadına, bir de fotoğraf çekilelim, seni tüm insanlık
tanısın dedim ama adını bile soramadım. Şaşkındık ailece, kime anlattıysam
da herkes şaşırdı. Gürcistan’ın Acara özerk Bölgesi’nin insanı işte..

 

 Yalnızca 1 lira verip, kimlikle geçiş olunca artık bayramı fırsat bilenler
koşmuş buraya, tıpkı bizim gibi çoğunluğu çocuklu aileler..2,5 saattir
kuyrukta bekleyen oğlumun yanına gittim, artık kuyruğun sonuna yaklaşmış ama
ön tarafta bir grup, aynı gişe önünde oluşturulmuş ayrı ayrı dört kuyruk var
ve 3 tane gişe düşünüldüğünde 12 ayrı kuyruk, orada bekleyenlerinde sabrını
zorluyor. Araya sokulan kimlikler, el altından verilen topluca kimlikler,
birbirine efelenen Trabzonlu, Rizeli, Artvinli ve yörenin lehçesi ile
konuşan, hep “ben seni döverim, kes, sus, ben kimlik belgesi için sıra
beklemem” havasında, kavgaya meyilli tiplerin birbirleri ile olan söz
düellolarını izliyorum. O arada bir de fotoğraf çekiyorum, aralarından bana
da “fotoğraf çekmeni istemiyorlar” diye
laf atanlar oluyorsa da dayak yemeden çıkıyorum aralarından, zaten
belgelerimizi de alıp doğruca koşuyoruz sınır kapısındaki polis noktalarına
ama oralarda da aynı kuyrukların daha az beklenilecek gişelerine, oradaki
kuyruklardan da geçince Gürcistan Gümrük kısmına geçiyoruz, zaten o tarafta
yoğunluk azalıyor ve kısa sürede geçiyoruz Sarpi’ye..Benim belge numaram
817567.. Tabi bu, sarp sınır kapısının kimlikle geçişlere açıldığı Mart
ayından sonra girenleri mi gösteriyor, onu tam bilemiyorum..Daha önce geçiş
yaptığım için işlemlerim kısa sürüyordu zaten. Hemen taksiciler yarım
Türkçeleri ile karşılıyor, atlıyoruz Vota’nın taksisine yol alıyoruz
Batum’a.bir döviz bürosunda türk paramızı lari’ye çeviriyoruz, 100 lirayı 90
lariden değişiyoruz. Vota, Türkiye’de kısa bir süre hapiste yatmış, “genç
bir savcı, işini bilmiyordu, attı beni içeri, amaTayyip
Erdoğan
 iyi bakıyor
mahkumlara, günde dört öğün yemek yiyordum, sağolsun” diyor, bir yıl
Türkiye’ye giriş yasağı olduğunu, 1
Ekim’deki parlamento seçimlerinden zaferle çıkan “Gürcistan Hayali”
koalisyonu lideri Bidzina İvanişvili’nin Sarp Sınırını artık kimlikle geçişe
kapatacağını söylüyor, yarım Türkçesi ile. Ardından da, “Türkiye’den Batum’a
gelenlerin burada neler yaptığını görseniz, siz de “Türküm” demekten
utanırsınız, hep kavga, hep pislik” diye de ekliyor.

 

Grand Grill Restoran’a bırakıyor bizi taksici. Işık gösterilerinin yapıldığı
bir yerde girdiğimiz Türk mutfağı ama ben Gürcistan’a ait bir şey yemek
istiyorum, bizimkilerden farklı olarak, ne de olsa bu Gürcistan’a dördüncü
gelişim. Her geldiğimde çok değişmiş gördüğüm Batum’un, Gürcistan’ın Batı’ya
açık bir vitrin kent olduğunu, yapılarından, renkli ve gösterişli, albenisi
ile dikkatleri çeken yapılanmasından anlıyorsunuz. Haçapuri istiyorum ben,
ama Türkçe bilen genç garsondan ne olduğunu öğrenerek, bizim eskiden
fırınlarımızda yaygın olarak, şimdi de salonlarda yenen açık peynirlinin
(yağlı pide) tam kapalı hali Gürcistan’ın Haçapurisi..Işıklar altındaki su
danslarını izliyoruz bir yandan da yemeğimizi yerken, güzel bir akşam
oluyor. Aslında biz, şöyle bir iki saatliğine gitmiştik güya, erken dönüp,
bayram için toplanan ailemizin tüm fertleri ile birlikte olacaktık ama
olmadı, “Gidenle gelenin işini sadece Allah bilir” denir ya,bu
söze uyduk anlayacağınız ve zamanı zorlamanın gereği olmadığına kanaat
getirip, o geceyi Batum’a ayırdık.

 

Daha önceki gidişimizde üç arkadaştık sadece ama şimdi ailece Batum’dayız,
ailece de Türkiye’deki bir ilden bir başka ile gider gibi bir yolculukla
yabancı bir ülkeye geçmek, iyi bir deneyim oluyor. Işık gösterilerini
dışarıda izleyen çok sayıda turist görüyoruz, bunlar tur şirketleri ile
Batum’a gitmiş tük ailelerdi.Yemekten sonra ters bina şeklinde yapılmış
White Restourant’ı gezip,  fotoğraflar çektikten sonra bir Gürcü belediye
otobüsüne binip, geçiyoruz özgürlük meydanına. Shreton otelinde olduğu
Caminin bulunduğu, Türk sokağının olduğu yerleri yaya olarak geziyoruz.Liva
pastanesinde ikişer çay içiyoruz, yağmur yağıyor bu sırada, hemen karşımızda
Arhavi Restourant, Deniz Restourant, Mevlana Restourant, Arhavi Majurani
derken bir hayli yorulduk. 24 saat cafe’ye girip, orada bir süre dinlenip
çıktık. Ergün ve Şule, ilk fırsatta ve geniş zamanda yine Batum’a gelme
planlarını yaparken, Yekta, “Gündüz de görmek lazım” diyerek, bir sonraki
gidişimiz ne zaman olur baba dercesine, bana zarf atmaya çalışırken, eşim
oğlunun söylediklerini tasdik edercesine gülüyordu o sıra.
Babası ve annesi Türkçe bilen Abdullah Devacı adındaki taksici  ile yirmi
lari’ye Gürcistan Gümrük binalarının bulunduğu Sarpi’ye geri döndük. Taksici
Abdullah’la konuşurken de, yeni Cumhurbaşkanı..…..yazının
devamı için tıklayınız
By karadenizolay haberler içinde yayınlandı